Lanet Çemberi – II

Ressam - Kareem Helmy
768 1024 Ahmet Turan Esin

İsrail ve Hamas Hakkında Özet Düşünceler

III. Hamas

Bu yazı ilk hazırlandığında Hamas’ın ortaya çıkış koşullarını daha genel surette betimlemek için, dinî, kültürel, askeri, siyasi, hukukî, jeopolitik bağlamları uzun uzadıya açmıştık. Ancak Lanet Çemberi’nin ilk yayınından itibaren yaşanan gelişmeler sebebiyle yazının içeriğini daha güncel bir çerçeveye getirmek ihtiyacı duyup, bu bağlamların anlaşılması için önem arzeden bir başka cihete ağırlık verdik.  Bugün önce ne olduğunu, nelerin yaşandığını, ve aslında düşmanlarımızın bizim için nasıl bir gelecek düşünüldüğünü özet bir şekilde vermekle yetinen bu metni hazırladık.

Hatırlarsanız, ilk planda Lanet Çemberi’ni iki kısım ve dört bölüm olacak şeklinde hazırlamıştık; ve ilk kısımda iki bölümü kaleme alıp dikkatinize sunmuştuk. Bu kısımda da kalan iki bölümü kaleme alacaktık. Bu bölümden biri III. Hamas başlığını taşımaktaydı. Bu minvalde bir yazıyla bu konudan sadece tesbit edebildiğimiz esaslar bakımından bahsedip şimdilik bu konuyu bu şekilde bağlayacaktık. Ancak bu fikri de değiştirdik. Lanet Çemberi başlığı altında bölgedeki gelişmeleri uzun bir süre tartışmaya ve incelemeye devam edeceğiz. Şimdi Hamas bağlamından girerek bu uzun süreli incelemenin yollarını açmaya başlıyoruz.

Tüm bu olaylar bir çok kişi için 07 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği eylemle başlamıştır. Ve gittikçe büyüyen bir felakete dönüşmüştür. Bu durumu bir çok kişinin duygularına tercüman olacak şekilde konuşsaydık, şöyle derdik.

Biz yaşanan bu olaylara maruz kalan yahud şahid olan, haklı olduğumuzu düşünen ama elinden hiçbir şey gelemeyen insanlarız. Gözümüzün önünde çoluk çocuk vahşice katlediliyor ancak biz dişe dokunur herhangi bir şey yapmak kabiliyetinden yoksun bulunuyoruz. Hatta birçoğumuzun ne olduğu konusunda dahi net bir fikri yok. Hamas kimdir, bu olay organik bir Filistin eylemi midir yoksa arkada başka bir şey mi dönüyor; hatta en temelden bakacak olsak, İsrail’in burada ne işi var, nasıl bu kadar umursamaz davranabiliyor? Yahudiler hakkında tutumumuz ne olmalı, bütün Yahudiler bu katliamdan sorumlu mudur yoksa duygularımızı dizginleyip bundan sadece İsrail politikasını belirleyen ve yürüten Yahudileri mi sorumlu tutmalıyız?  Peki tüm bunların olmasının asıl sebepleri ve koşulları nelerdir? Filistinlilerin haksızlığa uğradığı çok açık ama neden Filistinliler ve Filistin’i haklı bulanlar bu kadar çaresiz? Hamas gerçekten Filistinlilerin tek çaresi mi? Daha genel olarak bakarsak, olayları çözümlerken bile ne kadar analitik beceriler göstersek bile gene de kendimizden neden bir türlü emin olamıyoruz, daha düşünmeye başlarken neden çaresiz kalıyoruz? Yani orada bir olay oluyor, Hamas eylem yapıyor, ve biz acaba ne olacak, bunun arkasında ne var, bu gerçekten Filistin direnişinin bir parçası mı yoksa şu Ortadoğu hilelerinden bir yenisine daha mı tanık olmaktayız. diye bir duraksamak ihtiyacı duyuyoruz. Diğer yandan İsrail Hamas’a karşılık vermek bahanesiyle masum insanları bütün dünyanın gözleri önünde ve onca sözde-gelişmiş ülkenin desteğini de arkasına alarak, her türlü hukuku, hatta tehdidi de hiçe sayıp göstere göstere katlediyor, parçalanmış bebek cesetlerini etrafa saçıyor, çığlık çığlığa kadınları, yaşlıları perişan ediyor ve biz bir an tüm bu olanlara hiçbir anlam veremiyoruz. Bu nasıl olabilir? Tüm bu felaketler nereden çıktı? Nasıl her şey bu kadar basit bir şekilde çığırından çıkabiliyor?

Olayların 07 Ekim akabinde sökün ettiğini düşünen biri için, bu olaylar genel olarak aslında bu şekilde düşünülmektedir. Ancak yine aynı sıradan biri tarafından, bu noktaya kadar gelen serzenişin devamı getirilememektedir. Tam bu noktadan sonra söylenmesi gerekenler söylense, aslında soruların cevapları da gittikçe bulunabilecektir.

Tüm bu serzeniş, olayların 07 Ekim’de başladığını düşünen biri için aslında sadece “bir belirsizlikler” dosyası ifade etmektedir. İlk bakışta tüm bu olanlara tanık olan sıradan insanlar, sadece bir çuval belirsizlikle karşı karşıyadır. Bu belirsizlik sebebiyle yapılması gerekenlerin ne olduğunu kestiremiyor ve bu yüzden de ya bazen hiçbir şey yapmıyor yahud yaparsa hatalara düşebiliyoruz. Bu kayıtsızlık ve bu hatalar zinciri, elimizdeki yegâne bilançodur. Yani netice olarak bu konumdayken elimizde kalan en belirgin şeyin “belirsizlikler” olduğunu görüyoruz.

İşte bu noktada, ilk elde yapmamız gereken şeyin de ne olduğu kendini gösteriyor. Yapmamız gereken ilk şey, belirsizlikleri azaltmak, hatta mümkünse tamamen gidermektir. Belirsizlikler azaldıkça belki de nasıl bir duruş sergilememiz gerektiği ve neler yapabileceğimiz daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.

İşte bu kontekstleri açmak istememiz böyle bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Şimdi öncelikle Hamas’ın yakın kronolojik kesit açısından kısaca oluşumundan ve son hadiselerdeki konumundan bahsederek bu belirsizlikleri elimizden geldiği ölçüde gidermeye çalışalım.

Hamas 20. yüzyılda Mezopotamya ve Kuzey Afrika içinde ortaya çıkan Müslüman Kardeşler (İhvân) adlı teşkilatın, Filistin’deki bir uzantısı olarak 1988 senesinde ortaya çıkmış, İsrail varlığına karşı silahlı mücadeleyi esasa alan siyasi-silahlı bir oluşumdur. 1988 senesinde “Misak” başlığı altında dört bâbdan oluşan bildirisinde kendi oluşumunu tarif etmiş ve amaçlarını anlatmıştır. 2017 senesinde 42 maddelik bir bildiriyle söz konusu Misak’ı revize etmiştir. Filistin direnişinin ilk oluşumlarından Filistin Kurtuluş Örgütü (kısaca FKÖ) adlı yapının yanı sıra mevcut Filistin’deki en önemli bir başka örgüt olarak kabul edilir. FKÖ uluslararası anlamda Filistin’in tek meşru temsilcisi olarak kabul edilirken, Hamas’ın Filistin’i temsil etmek yönündeki varlığı, bölgedeki bazı ülkeler tarafından tanınmakla sınırlı kalmıştır. Son yıllardaki ve bilhassa geçtiğimiz günlerdeki eylemleriyle tüm dünyada adını duyurabilmiştir. Filistin’in Gazze şehrinde etkilidir. Siyasi yönetim kadrosunun bağlantıları ve mevcudiyetleri Ürdün, Suriye, Katar ve İran adlı ülkelerin muhtelif zamanlardaki değişkenliklerine göre yer değiştirir. Son yıllarda İran’la yakınlığı bulunmakla beraber, bu yakınlıklarda da değişiklikler olabilmektedir. Silahlı uzantısı İzzeddin Kassam Tugayları’nın çeşitli türlerde silah ve silahlı mensub mevcudiyeti önemli seviyede kabul edilmektedir. 1990’lı yıllardan bugüne birçok silahlı veya silahsız eylem gerçekleştirmiş ve en başından beridir de işgalci İsrail ve işgal destekçisi olan ülkeler tarafından terör örgütü listesine alınmıştır. 2017 senesindeki revize edilmiş bildirgesinde daha olgun ve siyasi ağırlıklı bir porte çizmekle beraber, bu bildirgenin hemen sonrasında daha sert ve silahlı mücadeleye ağırlık veren savaşçı kökenli isimler yönetimde ağırlık kazanmıştır. En son gerçekleştirdiği eylem akabinde şu anda bütün dünyanın gündemindedir.

Bu eylem, İsrail’in Gazze’ye orantısız güç uygulamak suretiyle tarihin en korkunç katliamlarından birine başlaması için kendisine gerekçe olarak adlığı, birçok soru işareti barındıran ve bölgede ve de bölge haricinde uzun süreli çatışmalara sebebiyet vereceği açık bir şekilde görülen, irdelemesi güç bir olay olmuştur. İsrail, yapılan bu eylemi uluslararası kamuoyu tarafından “beklenmedik” şeklinde yorumlamasını isteyerek, aslında uzun yıllardır süren sistematik zulmünü daha ileri bir boyuta taşımaya çalışırken, Hamas yetkilileri bu eylemin geçmişten gelen nedensel bağıntıların bir “doğal” sonucu şeklinde yorumlanmasını ve bunun Filistin direnişinin bir parçası olarak görülmesini beklemektedir. Gerçekleşen bu eylem ve arkasından kopuk veren karanlık gelişmeler politik ve stratejik sonuçları açısından değerlendirilmeye çalışılırken, geniş bir coğrafyada basit seyirci konumunda olan insanlar tarafından daha çok masum insanların can ve mal kaybı hakkında endişeye sebep olmuştur. İsrail’in kirli tarihi göz önüne alınarak duyulan bu endişe doğal olarak haksız çıkmamış ve İsrail’in hiçbir şekilde meşru gerekçesi olmayan orantısız saldırılarıyla tarihin en tiksinç insanlık dramlarından biri tüm dünyanın gözleri önünde yaşanmaya başlamıştır. İşgalci İsrail’in destekçisi konumundaki sözde-gelişmiş ülkelerin ve uluslararası şirketlerin hemen hepsi İsrail’i haklı göstermeye çalışan tutumlar gösterirken, dünyanın gelmiş geçmiş en iri ve insan hakikati namına en cahil haydutlarından ABD, bölgeyi savaş sahnesine dönüştürmek isteyen hamlelere başvurmuştur. ABD’den daha “derin” ve daha “kıdemli” bir haydut olan İngiltere yönetimi de bundan geri kalmayan hamlelerle hemen ABD’yi izlemiştir (veya aslında tam tersi olmuştur). Rusya ve Çin, Hamas’a doğrudan destek vermemeye özen gösteren ama İsrail ve ABD’in hamlelerine “karşı” duran açıklamalar yapmıştır. Bölgedeki Arap devletleri tedirgin bir şekilde Gazze’deki vahşetin önlenmesini isteyen tedbirler aramak görüntüsü vermeye çalışırken, bölgedeki en önemli üç ülkeden biri olan Türkiye de “temkinli” bir şekilde çözüm üretmek konumunda arzetmiştir. Türkiye sivillere ve savunmasız insanlara yönelik her türlü saldırının karşısında durduğunu belirtmiş ve İsrail’in artan umarsızlığına karşın İsrail’e yönelik uyarıcı tavrını artırmaya başlamıştır. Bugünlerde Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya yönelik operasyonları, ABD tarafından “tehdit” olarak değerlendirilmişti. Türkiye de en üst mevkiden söz konusu değerlendirmeye aynı tonda karşılık vererek, ABD’nin bu değerlendirmelerinin Türkiye için bir “tehdit” olduğunu açıklamıştır. Ardarda gelişen bu olaylar akabinde ABD’nin en büyük uçak gemisini İsrail için Akdeniz’e gönderdiğini açıklamasının peşi sıra, geçtiğimiz günlerde Türk Deniz Kuvvetleri doğu Akdeniz’de “fiili atış tatbikatı” düzenlemeye başlamıştır. Bölgedeki diğer önemli ülkelerden Mısır, İhvân uzantısı olması sebebiyle Hamas’ı terör örgütü olarak saydığı için Hamas’ın etkili olduğu Gazze’ye açılan refah kapısını kapalı tutmaktaydı. Ancak yaşanan vahşetle beraber Türkiye’nin de hamleleriyle insani yardım amacıyla söz konusu kapıyı bir süreliğine açmak kararı almıştır. Bölgede bir diğer önemli ülke olan İran’ın son yıllarda Hamas’la yakın ilişkide olduğunu yukarıda söylemiştik. İran sadece Hamas üzerinde değil, güney Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de de oldukça etkili konumdadır.

Tüm bunlarla beraber İsrail cephe genişletmeye başlamış, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya, İran, Mısır, Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve bölgedeki silahlı unsurların aldıkları tehlikeli pozisyonlarla savaş çanlarının sesleri yükselmeye başlamıştır. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için çok kısa bir korelasyon ağını kronolojik açıdan verelim:

Önce şunu hatırlatalım, İsrail, 1948’te devlet olduğunu ilan ederek, de facto mevcudiyetini dayatmaya başlamıştır…  bu cümleyi okumadan aşağıdaki cümleleri okumak, kişiyi yanıltır. O yüzden şöyle başlıyoruz.

1948’te İsrail, Filistin topraklarını “devlet” suretinde işgal etmiştir. Birçok hadise, iç ve dış örüntü dahilinde 2023 senesinin Ekim ayında aşağıdaki olaylar başgöstermiştir.

07 Ekim’de Hamas eylemi gerçekleşti. Aynı gün; İsrail Hamas’la çatışmaya, Filistin’i bombalamaya ve Lübnan’a sevkiyat yapmaya başladı.

08 Ekim’de ABD, İsrail’e destek vereceğini açıkladı. Aynı gün; Hamas İsrailli esirleri Gazze’nin her yerine yerleştirdiklerini açıkladı, Hizbullah Suriye’deki ve Lübnan’daki birliklerini birleştirme kararı aldı, Mısır’lı polisler İsrailli turistlere ateş açtı, Hizbullah İsrail’e havan atışları gerçekleştirdi, Hamas İsrail’de bazı askeri yerleri ele geçirmeye ve ilerlemeye devam etti ve İsrail savaş ilan etti. Böylece Natenyahu adlı sözde başbakan, orduyu yönetme konumuna geçip, iç siyasi pozisyonunu askıya aldı. Yani İsrail tamamen askeri bir politika pozisyonu aldı. Seferberlik ilan etti, bazı şehirlerini kapattı, diplomatik aygıtlarını pasifleştirip askeri aygıtlarını öne çıkardı ve resmi söylemlerini sertleştirdi (mesela İsrail sözde-savunma bakanı, “Gazze’nin ödeyeceği bedel nesiller boyu anlatılacak çok ağır bir bedel olacak” gibi şeyler söyledi). Pentagon’un İsraile askeri yardım hazırlığına başlamasıyla beraber İran destekli unsurlar ABD ve İsrailin Ortadoğudaki bütün varlıklarını vurmakla tehdit etti. Bunun üzerine ABD’li bir senatör, Hizbullah’ın savaşa dahil olması hâlinde İran’a karşılık verilmesi gerektiğini açıkladı. Nihayetinde ABD askeri sevkiyatlarla İsrail’e yardım etmeye başladı. Dünyanın en büyük savaş gemisi USS Gerald R. Ford’un İsrail’e destek olmak bahanesiyle gönderildiği açıklandı. Ukrayna İsrail’e destek verdiğini açıkladı. Hamas yoğun roket atışlarını ve İsrail de ağır şekilde bombardımanlarını sürdürdü.

09 Ekim’de Natenyahu “ortadoğuyu tamamiyle değiştireceğiz.” dedi. İsrail Gazze’yi tam ablukaya alarak, elektrik, su ve gıda kaynaklarını engelleme kararı aldı. İran dolaylı kaynaklardan tehditlerine devam etti. İsrail, Lübnan Hizbullah’ını vurmaya başladı. Gazze’ye fosfor bombaları atmaya başladı. Hizbullah Suriye kanadına seferberlik emri verdi. İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya İsrail’e destek vereceklerini açıkladı.

10 Ekim’de İsrail Gazze’nin boşaltılmasını istedi. Hamas seferberlik ilan etti, Askalan’ın (Aşkelon) boşaltılmasını istedi. Daha sonra Askalan’a saldırı düzenledi. İsrail Gazze’ye ağır bombardıman düzenledi, fosfor bombaları kullandı, sivillere saldırdı. Hamas İsrail’i tufan füzesiyle tehdit etti. İsrail sözde savunma bakanı “bütün savaş kurallarını kaldırdık; askerlerimizi ne yaparlarsa yapsınlar yargılamayacağız” gibi açıklamalarla vahşet çağrıları yapmaya başladı. Gazze’de korkunç katliamlar gerçekleştirilmeye başlandı, sular kesildi, elektirikler kesildi.  Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD ve İsrail’e yönelik eleştirilerinin tonunu artırdı. Yunanistan’da Yunan donanması yüksek hazırlık durumuna geçirildi.

11 Ekim’de İsrail Lübnan, Suriye ve Filistin’de aynı anda saldırılarına devam etti. Gazze’deki vahşet büyüdü. Fosfor bombalarıyla öldürülen çocuk, yaşlı, savunmasız insanların görüntüleri tüm dünyada görülmeye başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “İsrail bir devlet gibi değil, bir örgüt gibi davranmayı sürdürürse, bir örgüt muamelesi görecektir.” diyerek uyarılarını artırdı. Yemendeki Husiler İsrail’i tehdit etti. Lübnan’la olan çatışmalar arttı. ABD Lübnan büyükelçiliğini geri çekti. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Lübnan’daki görev süresinin bir yıl daha uzatılması TBMM’de kabul edildi. Türkiye YPG’ye yönelik operasyonlarını arttırdı. Erdoğan, İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için Hamas’la temasa geçildiğini bildirdi. Hamas bazı rehineleri serbest bıraktığı görüntüler yayınladı. İsrail Hamas’ı yok edeceklerini bildirdi ve Gazze’ye ağır saldırılar düzenlemeyi sürdürdü.

12 Ekim’de ABD dışişleri bakanı İsrail’e gitti. Bütün cephelerdeki çatışmalar artan şekilde devam etti. Gazze’deki felaket vaziyeti daha da arttı. İran Cumhurbaşkanı “Gazze’de insanlık suçu işlendiği”ni açıkladı. İsrail Şam Uluslararası Havaalanına saldırdı ve kullanılmaz hâle getirdi. Suriye ve İran’ı savaşa davet etti. İngiltere İsrail’e destek için donanma ve casus uçak gönderme kararı aldı. ABD sözde başkanı Biden, Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye yönelik operasyonlarının İŞİD operasyonlarını zorlaştırdığını gerekçe göstererek, Türkiye’nin bu operasyonlarının ABD’nin ulusal güvenliği için olağanüstü bir tehdit olduğunu söyledi.

13 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’nin Türk Siha’sını düşürmesini de hatırlatarak ABD’nin, Suriye’deki PKK uzantısı unsurlara gerçekleştirdiğimiz operasyonlara yönelik politikalarının Türkiye için olağanüstü bir tehdit olduğunu bildirerek karşılık verdi. İsrail, Gazze’nin Kuzeyinde bulunan 1 milyon insanın Gazze’yi terk etmeleri için 24 saati olduğunu açıkladı. İran, Irak sınırlarına yoğun askeri sevkiyat başlattı. Lübnan Dışişleri Bakanı, “İsraillin Gazze’ye yönelik herhangi bir işgali, dünyayı benzeri görülmemiş bir felakete sürükleyecektir” dedi. İran Dışişleri Bakanı, “ABD bölgesel bir savaş istemiyorsa, İsrail’i durdursun.” dedi. Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin “AB ve Nato” ile “Rusya, İran ve Hamas” arasında bir seçim yapmasını istedi. İsrail’in Gazze’nin boşaltılmasını istemesinin ardından Ürdün ve Lübnan halkı İsrail sınırlarına yürüdü. İsrail sözde savunma bakanı, tüm yaşananlardan İran’ı sorumlu tuttu. Hamas, Pekin’de bir İsrailli diplomatı bıçakladı.

14 Ekim’de Bir Rus diplomat da İstanbul’da bir otelde ölü bulundu. ABD Azerbaycan’ın Ermenistan’ı işgal edeceğini açıklayarak Ermenistan’ı uyardı. Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’ta PKK mevzilerini vurdu. Suudi Arabistan, İsrail’le normalleşme sürecini askıya aldığını açıkladı. Hakan Fidan Kahire’de Mısır Cumhurbaşkanıyla görüştü. İsrail vatandaşları silahlanarak Filistin köylerine saldırdı ve birçok savunmasız Filistinli şehit edildi; ve köyleri boşaltıldı. İsrail Gazzeli’lerin şehri terketmeleri için oluşturduğu “güvenli rota”ya savaş uçaklarıyla saldırarak bir kez daha tasarlayarak sivil katliamı yaptı. Hamas İsrail’in tamamına roket saldırısı başlattı. İsrail savunma sistemleri roketlere müdahale etmesine rağmen birçok yer isabet aldı. ABD Hizbullah’ı gerekçe göstererek yine tehditte bulundu. Suriye’den Golan tepelerine roket atışı başlatıldı. İsrail Suriye’de bombardıman düzenledi. İsrail sözde cumhurbaşkanı Herzog “Gazze’de, siviller dahil, hiç kimse masum değil” diye bir açıklama yaptı ve Gazze’deki vahşete yönelik eleştirilere kulak asmadıklarını gösterdi. İran ilk defa resmen Gazze’deki vahşetin sonlandırılmaması halinde İsrail’e müdahele edeceğini açıkladı.

15 Ekim’de İsrail Halep havaalanını kullanılmaz hâle getirdi. İran “fattah” isimli uzun menzilli hipersonik füzelerinin görsellerini “Tel Aviv’e 400 saniye” başlıklı posterlerle İran sokaklarına astı. İsrail Lübnan’a saldırmayı sürdürdü. Lübnan Hükümeti, resmen İsrail’e karşılık vereceklerini açıkladı. İran Dışişleri Bakanı Gazze’ye saldırı durdurulmazsa, savaş cephesinin genişletileceğini söyledi. Askalan’da Hamas ve İsrail arasında çatışmalar sürdü. İran Devrim Muhafızları Suriye’deki İsrail sınırlarına sevk edildi. Türk Silahlı Kuvvetlerdi el-Bab’da PKK terör örgütü mevzilerini vurdu. Türk Deniz Kuvvetleri, Akdeniz’de tatbikat yapmak üzere sulara açıldı. Hizbullah İsrail’in Metula kasabasına top atışları yaptı. İsrail savaş uçakları da Beyrut semalarında uçuş yaptı.

16 Ekim’de İsrail Gazze’deki sivil katliamını sürdürdü. Arama kurtarma ve itfaiye ekiplerine savaş uçaklarıyla saldırdı. Hamas İsrail’e tekrar roket atışları yaptı; bir İsrail askeri istihbarat ofisini de ele geçirdi. Almanya İran’ı, Hamas’ın ve Hizbullah’ı körüklememesi hususunda uyararak tehdit etti. İsrail parlamentosu kara harekâtına onay vermedi. Ancak Natenyahu bu kararı dikkate almadı. İran, Hamas’ın rehineleri serbest bırakmaya hazır olduklarını ancak bombardıman sebebiyle yapılamadığını açıkladı. İsrail yine de agresifliğini arttırdı. Gazze’nin her yerini bombardıman altında tuttu. Refah sınır kapısını dahi vurdu. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan’da yoğun bombardımanlarını sürdürdü. Bunun üzerine Suriye hava savunma sistemlerini aktif hâle getirdi. Kuveyt İçişleri Bakanı, “Siyonistlerle savaş halindeyiz” dedi. Kassam Tugayları İsrailli rehinelerin 22 tanesinin İsrail bombardımanında hayatını kaybettiğini açıkladı.

17 Ekim’de İsrail Lübnan’da fosfor bombası kullandı. Lübnan’dan İsrail’e topçu atışları yapıldı. ABD Deniz Kuvvetlerine ait çıkarma gemilerinin İsrail’e destek için yola çıktığı açıklandı. İran’da İsrail’le savaşmak için gönüllü toplayan bir web sitesi açıldı. 2 milyon gönüllünün kayıt yaptırdığı haberi verildi.  İsrail Gazze’de el-Ahli hastanesini tahribat gücü yüksek olacak şekilde ve sinsi bir olay örgüsü dahilinde bombaladı. Bu olay bütün dünyada infiale sebep oldu. İsrail aleyhine dünyanın her yerinde ayaklanmalar gerçekleşti. İsrail çelişkili açıklamalarla ve karartmalarla hastane bu olayda sorumlu olduğunu inkâr etti. Bu olay, İsrail lehine sürdürülen yaygın medya operasyonlarına büyük darbe vurdu. Mısır, İsrail’e uluslararası müdahale talebinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da benzer ifadelerde bulundu.

Sanıyorum birçok okuyucu bu olaydan sonra yaşananları daha yakından takip etmiştir. O yüzden sözü daha fazla uzatmadan kalan son birkaç gün içindeki önemli olayları naklederek bu faslı sonlandıralım. Al-Ahli hastanesinin vurulmasından sonra ABD sözde başkanı Biden, İsrail’i ziyaret etti ve desteklerini arttırdı. Bölgedeki silahlı örgütler tarafından bütün ABD üslerine saldırılar gerçekleşti. İsrail elçiliklerine dünyanın her yerinde saldırı ve protesto düzenlendi. İsrail birçok elçiliğini pasifize etti. Türkiye’deki diplomatlarını geri çağırdı. Yemendeki Husiler füze atışları gerçekleştirdi ve bunlar ABD savunma sistemleri tarafından engellendi. Sonra da ABD, Yemen tarafına savaş gemileri gönderme kararı aldı. İran, füzelerini Tahran’a konuşlandırdı. Putin, ABD’nin uçak ve savaş gemilerinin Karadeniz’deki hipersonik füzelerinin menzili içinde olduğunu söyleyerek ilk defa tehdit mesabesinde bir uyarıda bulundu. Son olarak Biden, 20 Ekim’de gerçekleştirdiği ulusa seslenişte, Ukrayna ve İsrail ile Putin ve Hamas denklemi kurarak uzun soluklu bir savaşın ilk çerçevesini çizdi. Bu çerçevede ABD, İsrail ve Ukrayna’nın yanında olmak ve Hamas ile Putin’in karşısında olmak şeklinde biri diğerini aynı anda dışlayan bir karşıt denklem tesis ettiğini resmi olarak beyan etmiş oldu.

Kurulan olay örgüsünün politik-askeri-hukuki cihetinde öne çıkan başlıklar kısaca bu şekildedir. Ekonomik cihet bu çerçevenin içindedir. Kısaca bu ciheti betimlemek için şu hususu belirtmek yeterlidir: Tüm bu olaylar bağlamında şu anda dünyada altına dönüş başlamıştır. Bunun anlamı da açıktır. Savaş ortamına uygun bir hazırlığa başlanmıştır. Konvansiyonel surette medya araçlarıyla gerçekleştirilen yoğun bir propaganda da tüm bu sürece eşlik etmektedir.

Şu anda bütün batı medyası istisnasız bir şekilde İsrail ve ABD lehine karartma ve manipülasyon faaliyeti gerçekleştirmektedir. İsrail’in Gazze’deki feci katliamı tam anlamıyla medya açısından meşru bir hâle getirilmiş durumdadır. Yani medya ve resmi beyanatlar yoluyla ve sözde uzman analizlerinin yönlendirmesiyle böyle bir meşruiyetin kamuoyunda yerleşmesi sağlanmak istenmektedir. Bu cihet önemlidir. Çünkü kamuoyuna yönelik bu özel propagandanın ilginç ve hatta korkunç bir iması bulunmaktadır. Kısaca değinerek, buradan devam edelim.

20. yüzyıl tarihi içinde tesis edilen birçok milletlerarası hukuk ve evrensel hukuk çerçeveleri hiçbir zaman aslen işlememiş, ancak tali yerlerde işlemesi ve geliştirilen görece atmosferler sayesinde bir evrensel nizamın olduğu düşüncesi yaygınlaştırılmıştır. Bu hayal mahsulü düşünce, insanların zihinlerini gerçek-dışı şekilde uyuştururken, hakikatte cari olan hep orman kanunu olmuştur. İşbu düalitenin fiilen ahenge kavuşması, kamuoyunun, evrensel nizam suretindeki postulatlara uymayan fiili orman kanununa uygun hâle getirilmesi yoluyla sağlanmak istenmiştir. Yani bir ideal olarak evrensel hukuki ve değer çerçevesi vardır hatta resmen cari tutulmaktadır (bunların maddeleri dahi yazılıdır) ve görece güç ve yetki sahibi olmayanlar için de birçok hadisede caridir; ama bu, hep bir kılıç gibi bütün dünyanın tepesinde hakk ve ödevleri düzenlemekteyken, esas güç sahipleri bilfiil bu nizamın haricinde hareket etmektedir. Görece güç sahibi olmayanlar için nizama uymamak, kesin bir şekilde dışlanma veya en azından yıpratılma sebebi sayılmaktadır. Ancak gel gör ki görece yetki ve güç sahibi olanların fiilen uyguladıkları şeylerin hemen hiçbiri bu çerçeveye asli kaynakları, amaçları ve yol açtıkları şeyler bakımından uyumlu değildir. Böyle olunca da bu uyuşmazlığın giderilmesi, kamuoyunun uyumlu hâle getirilmesini gerektirmiştir. Yani meşruiyetin kaynağı ikiye bölünmüştür:

  1. Güç sahiplerinin yapmak istedikleri ve yaptıkları şeyler
  2. kamuoyunun buna uyumlu hâle getirilmesi

Mevcut dünyadaki genel hukuk, fiilen bu iki esasa dayalıdır. Hukukun mahiyeti ve esaslarıyla hiçbir alakası olmayan bu fiili durum, 20. yüzyılın bir eseridir. 20. yüzyıl öncesinde bilfiil yaygınlaşan ve küreselleşen şekilde icra edilen böyle bir anlayış söz konusu değildir. Zamanımızın en berbat, en tehlikeli ve düzeltilmesi en güç sorunlarından biri olan bu durumun ayrıntılı analizine girmiyoruz. Ancak konumuzla alakalı yanının iyice görülmesi için bunun bazı önemli noktalarını açmamız gerekir.

Kamuoyunun uyumlu hâle getirilmesine yönelik ihtiyaç, meşruiyetin kaynağında kamuoyu tepkisinin de esasa alınması sebebiyledir. Kamuoyu tepkisi, söz konusu meşruiyetin esas dayanağı olmamakla birlikte, bu böyledir. Bu nedenle kamuoyunun manipüle edilmesi ve vaziyete uygun hâle getirilmesi, 20. yüzyılın meşruiyet zemini için, önem arz eder. Aslında bu durumu düşünsel cihetten analiz etmenin şu an hiçbir gereği yoktur. Şuan yaşananlara baksak, bunun ne demek olduğunu çok çıplak bir şekilde görebiliriz. Çünkü İsrail’in son 10 gündür Gazze’ye yaptıkları ve dünya tarafından etkin bir yaptırıma uğramaması, bu korkunç zeminin ne anlama geldiğini anlamak için en belirgin örnek konumundadır.

Şu anda İsrail, umursamadan ve korkmadan sivil katliamı, çocuk katliamı yapmakta, ekonomik, psikolojik, ekolojik, politik bir çok derin hasara ve derin yaraya sebep olacak adımlar atmakta, ama resmi olarak bütün dünyada bu hareketler “meşruiyet” çerçevesi içinde tutulabilmektedir. Kamuoyu tepkisi ise, enteresan şekilde buna uyumlu hâle getirilmek istenmektedir.

Şu anda mesela İsrail’e yönelik kamuoyu tepkisi, kısaca sıralarsak, şu yollarla kırıma getirilmektedir:

  • Manipülatif argümantasyon yoluyla (mesela Hamas başlattı, denerek)
  • Duygusal manipülasyon yoluyla (mesela Hamas tarafından bebekler öldürüldü, yaşlılar kaçırıldı, denerek)
  • Agresif direnç yoluyla (mesela terör taraftarı mısın, yoksa İŞİD zihniyetinde misin; çünkü Hamas eşittir İŞİD’dir, denerek)
  • Tanım dayatması yoluyla (İsrail meşru devlettir, Hamas terör organizasyonudur; kaçırılanlar “yerleşimci”dir vd.)

Bu yollarla, tesis edilmek istenen meşruiyetin yaygınlaşması arzulanmaktadır. Ancak bunun yaygınlaşması, yani neredeyse dünyanın her yerindeki insanların manipüle edilebilmesi, gerekli amaç için bir şart olarak da görülmemektedir. Yeteri kadar insanın manipüle edilmesi, gerekli sürenin kazanılması için yeterlidir. Çünkü yeteri kadar insan manipüle edilmişse, bunlar zaten henüz manipüle edilememiş veya karşıt bir manipülasyonun yahud argümanın etkisi altında olan insanlarla mücadele içine gireceklerdir. Bu mücadele de, manipülasyon içine yerleştirilmiş “amaçların” en azından “gayr-ı meşru” olmadığını göstermek için yeterli olmaktadır. Mesela şu düşünce elde edilebilmiş durumdadır: “yeterince insan yaptıkları hususunda İsrail’e güveniyorsa, İsrail belki de haksız değildir.”

Burada birçok temas edilmesi gereken hususa temas etmeden devam ediyoruz.

Kamuoyunun uygun hâle getirilmesi, kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür ve her ne kadar göz önünde olabilse de, hangi çerçevede cereyan ettiğinin anlaşılması kolay değildir.

Kolaylık olsun diye bir örnek verelim.  Mesela İŞİD ve benzeri örgütlerle korkmuş bir dünyanın, İŞİD’den nefret etmemesi ve İŞİD’e müdahale talebi oluşturmaması olanaklı değildir. Kamuoyu İŞİD’den nefret ediyorsa ve İŞİD kamuoyuna temas imkânı içindeyse, güç sahibi olanların, mesela devletlerin, İŞİD’e müdahale etmesi, yok etmesi kamuoyu tarafından talep edilmiş demektir. Devletler bunu yaparak hatta, kahraman olurlar. Bu uğurda birtakım zaiyatların verilmesi, bazı kuralların esnetilmesi “kabul edilebilir”, hatta kuralların esnetilmesi gerektiği kamuoyu tarafından ateşli bir şekilde savunulabilir de. Devlet mekanizması da bu “görevi” yerine getirerek varlığının amacına uygun davranmış olur. İşin matematiği budur.  Ama bu, bu işin basit bir tarafıdır. İşin sinsi tarafı başkadır.

Gene aynı örnek üzerinden gidelim. İŞİD’in bertaraf edilmesi elbette kamuoyu tarafından talep edilmiştir. Peki ya ama İŞİD sürekli tekrar tekrar türeyen, tekrar tekrar meydana gelen bir sorunsa, o takdirde ne yapılacaktır? Elbetteki bu durumda kamuoyu talebi, İŞİD’e müdahe edilmesiyle beraber, İŞİD’i üreten kaynağa müdahele edilmesi yönünde oluşmaya başlayacaktır. Peki ama İŞİD’in kaynağı nedir? Cevap verelim, İŞİD’in kaynağı, kim neye inanırsa odur. Çünkü nedensel bağıntıları ve koşuları birbirine girmiş, çözümlenmesi karmaşıklaştırılmış acil müdahale edilmesi beklenen bir olgunun kaynağının ne olduğunu araştırmakla kimse ilgilenmez.

İşte burası, sinsiliğin başladığı noktadır. Çünkü kimsenin bir şeyin kaynağını çözümlemeye ilgi duymadığı yerde, o şeyin kaynağının ne olduğunu söyleyecek birileri işi devralacaktır. Bunlar büyük bir dikkatle bu şeye bir kaynak atayacaklar veya nedensel argümantasyon çerçeveleri hazırlayacaklar, ve insanlara işte bunun kaynağı budur diyeceklerdir (bu şeyin kaynağı bizzat kendileri de olabilir, bu seçeneği şimdilik saf dışı ederek söylüyoruz). Kamuoyu bakacak, ‘evet İŞİD’in kaynağını gördük, şimdi bu kaynakla baş edilmesi gerekir, hadi harekete geçin’ diye güya yetki ve görev vermiş olacaktır. Bu aşama, “kaynağa müdahale talebi” oluşturacak kamuoyuna, “hedef” gösterme aşamasıdır. Bu hedef çok çeşitli katmanlara ayrılabilir ve sürekli güncellenebilir durumdaysa, İŞİD, her türlü saklı tutulmuş hedefin görünür bir “geçerli”, “gerekçesi” olacaktır.

Bunlar üzerine birçok farklı açıdan birçok şeyi düşünmek mümkün. Mesela bir şekilde İŞİD ve benzeri zararlı şeyleri üretenin zaten din-esaslı, gelenek-esaslı kimlikler olduğu zerkedilmişse, sadece İŞİD’e değil, açıktan söylenmese de yavaş yavaş İŞİD’le alakası olmadığı halde bizatihi İŞİD’e kaynak olarak “atanan” mesela diyelim ki Müslümanlığa da olumsuz bir bakış açısı tesis edilmeye başlanabilecektir. Nitekim tam olarak böyle de olmuştur. Dikkat ediniz, çok daha genel manada din esaslı, ve gelenek esaslı kimliklerin genel olarak “antika” olduğu algısı altında yaşatılan bir kamuoyudur bu, ve konformist günlük yaşamın sağladığı hazza ve bu hazzı bahşedenin aslında batı dünyasının temel esasları olduğuna yönelik bir inanca sahiplerdir (öyle inandırılmışlardır). Bu hazzı veya tesis edilen asgari huzur çerçevesini (çalışma, gezme, seçme-seçilme gibi dar çerçeveleri) doğrudan tehdit edenin dolaylı yollardan din-esaslı, gelenek-esaslı kimlik olduğuna yönelik yaygınlaştırılmak istenen bir inanç, çok dolaylı yollardan “esas sorun” olarak koyulan “hedefin” de İŞİD veya benzeri bir terör örgütü değil, onu üreten koşullar dünyasının tamamı olduğu anlamına gelecektir. Yani kamuoyuna zerk edilecek “esas sorun” fikri, tesis edilmiş şekilde doğrudan huzur çerçevesini bozan unsurun, diyelim ki bir terör örgütünün kendisi değil, elbette onun için “tesis edilmiş” “doğal” kaynaktır, onun beslendiği yerdir.

Daha farklı hususların açılmasının gerektiği bu konuya daha fazla girmeden bağlama dönersek; şunu anımsayalım; yeteri kadar insanın belli bir açık hedefe veya dolaylı yoldan o hedefin kaynağı olan unsuruna kanalize edilebilmesi, dile getirilmemiş bir “taleb” veya “beklenti” ortamı hazırlar demiştik. Yani yeteri kadar insan, “bıktık bu İŞİD’den” dediğinde güç sahibi olan kişinin İŞİD’i yok etmeye yönelik eylemleri meşru olur (hatta takdir edilir). Eğer dikkatli bir şekilde mesela İŞİD ve benzeri şeylerin İslam ve Arap coğrafyasında sürekli kendiliğinden oluşabildiği bir ortam hazırlamışsanız veya bunu bu şekilde tasavvur etmeği sağlamışsanız, (hem de birçok yaşatılmış örnekle), bu kaynağa yönelik müdahaleler için meşruiyet getiren bir gizli talep ortamı da hazırlamışsınız demektir. Bu gizli talep, kamuoyunun gizli talebi veya beklentisidir; hiç olmazsa da rızasıdır. Bakın bunu çok daha basit bir şekilde şöyle düşünelim: Talep veya rıza oluşturuyor ve talebe ve rızaya uygun hedef ortamı oluşturuyorsanız, o hedef bölgesinde yapacaklarınız da gittikçe meşruiyet kazanacaktır. ABD, İngiltere ve İsrail’in başını çektiği işlerin keyfiyeti budur. Buraya kadar meseleyi anlayanlar için kestirmeden söyleyelim:

Şu anda dünyada, bilfiil şekilde hedef olarak doğrudan Hamas’ın gösterildiği, ama Hamas’ı üreten kaynak olarak da Filistinlilerin gösterildiği bir “meşruiyet” ortamı oluşturulmuştur. 07 Ekim, bu meşruiyet ortamının oluşturulmasında bir dayanak, bir gerekçe olarak, sadece bir parçadan ibarettir. Bu ortam çok uzun yıllar içinde oluşmuştur. Yani, bu uzun yıllar içinde Filistinlilerin, Hamas ürettiğine inanan bir kamuoyu yaratılmıştır. 07 Ekim eylemiyle de Hamas, İŞİD ile özdeşleştirilerek, bu kamuoyu çerçevesindeki acil talep algısı buna göre şekillenmiştir. Yani yukarıdaki cümleyi tekrar şöyle ifade edersek, “Bu uzun yıllar içinde Filistinlilerin İŞİD (Hamas) ürettiğine inanan, bir kamuoyu yaratılmıştır.” İşin kısaca anlamı budur.

Böylece Hamas’a müdahale etmek, Hamas’ı yok etmek meşrulaştırıldığı gibi, bu esnada Filistinlilerin kayıp vermesi ise, en azından bir rızaya bağlanmıştır. Ama gizli kamuoyu talebi açısından bu rıza, aslında bir rızadan da ibaret değildir. Bu çok ürkütücü durumu dikkatli bir şekilde daha açık ifade edelim.

Söz konusu bu rıza, onun sadece şimdiki yüzüdür. Bu rıza, aslında aynıyla bir taleptir. Yani kamuoyunda, Filistinli’lierin yok edilmesine yönelik bir görünür olmayan talep tesis edilmiştir. Kamuoyundaki bu gizli talep, sadece henüz yeterince açığa çıkmış değildir, o kadar.

Bir çocuğun parçalanmış bedenine, bombardımanla korkutulmuş gözlerine karşın gittikçe artan mevcut bu “kayıtsızlık” veya “yetersiz karşı duruş”, bu gizli talebin sayesindedir.

Yani resmi söylemde Hamas hedef gösterilerek, aslında belirlenmiş bir gizli hedef olarak Filistinlilere saldırılmasının batı kamuoyu nezdinde meşruiyet bulabilmesinin bütün ortamı hazır edilmiştir. Şu anda buna karşıt bir kamuoyunun bulunması, güç sahibi devletlerin müdahale ortamında sadece pürüz yaratmaktadır; ancak tam anlamıyla bir engel değildir. Çünkü yeteri kadar kamuoyu desteği, yapmak istediklerini gerçekleştirmek için onlara yetmektedir. Çünkü zaten gerek destek versin gerek vermesin, esas olan kamuoyu da değildir; esas olan güç sahiplerinin neyi istediğidir.

Onların bu isteğinin mahiyeti, onların kimliği (identity) ile alakalıdır. Bu nedenle onların kimliğini bilmeyen, esasta ne istediklerini de bilemez.

Çok kısa bir şekilde temellendirdiğimiz ve betimlediğimiz bu resmin, kronolojik olarak bölgedeki 10 gündür yaşananlara yüklediği birçok anlamı vardır. Bunların hepsine bu yazıda giremeyiz. Ama bunlardan en önemlisine değinerek bitirelim.

Medya ve resmi söylem yoluyla ve kayıtsızlığın getirdiği normalleştirme psikolojisiyle Filistin’de dünyanın gözü önünde, göstere göstere gerçekleştirilen katliam, ve çiğnenen her türlü hakk, aslında bir başka “gizli” talebin veya rızanın oluşması için, bir basamak konumundadır.

Sadece şunu söyleyelim: Tüm bu yaşananlarda bölgedeki halkların tamamına, yani bize, gönderilen çok etkili bir telkin bulunmaktadır:

“Sizin hepinizi, çocuğunuzu, yaşlınızı, hastanızı, şehrinizi bu hâle getirmemizi istemiyorsanız bize direnç göstermeyeceksiniz; eğer direnç gösterecekseniz, o halde Filistinlilere bakarak başınıza neler geleceğini seyredin.”

Şu anda dünya kamuoyu, bu saklı telkindeki açık hedefe hazır hâle getirilmek aşamasındadır.

Bunun anlamlarını çok daha belirgin şekilde açmaya devam edeceğiz.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.