İsrail ve Hamas Hakkında Özet Düşünceler
“(çocuğun) hangi günahı sebebiyle katledildiği sorulduğu zaman…
herkes kendine (aslında) neyi hazırladığını bilecektir.”
Tekvir Suresi, 9-14
Lanet Çemberi başlıklı bu yazı, dört bölümden oluşmaktadır: I.Genel, II.İsrail, III. Hamas ve IV. Sonuç şeklinde. Ziyadesiyle uzun kalmaması için, bu yazıda sadece I.Genel ve II. İsrail kısmını yayınlıyoruz. Sonraki yayında III.Hamas ve IV.Sonuç kısımları okurların dikkatine sunulacaktır.
I. Genel
Geçtiğimiz günlerde başgösteren olayların ardından Ortadoğu adı verilen bölgenin son yüzyıllardaki karışıklığına bir yenisi daha eklenmiştir. Çocukların, kadınların, yaşlıların, hayvanların, bitkilerin ve cümle savunmasız varlıkların akla havsalaya sığmaz derecede acı çektiği ve yıkıma uğratıldığı bu karışıklık, bu hercümerc ortamında yapılması gereken ilk ve en acil şey, söz konusu yıkım hareketlerinden bu varlıkları uzak tutmak ve onları kurtarmaktır. Bilhassa çocuklar için bu husus tartışmasız şekilde önceliklidir. Hiçbir çocuk, yetişkin adı verilen ayrıkların kendi aralarında yıllar içinde ördükleri yıkım çemberlerinin aslî bir ferdi değildir. Her doğan çocuk, bu ve benzeri çemberlerin kaydı haricinden doğan birer masumdur; hem de her türlü dünya koşulundan azade olan bir “yeni’dir”. Ayrıkların yıkım çemberlerinin tamamı ise istisnası olmaksızın “eski’dir”. Ayrıca, söz konusu yıkım çemberleri kendi iç davalarının cezasını masumlara ödetmek yoluyla, ilk elde ve evvela sadece ve sadece “masumiyet’e” saldırmışlardır. Oysa masumiyete yönelik herhangi bir saldırının hiçbir geçerli dayanağı mevcut olamaz. Hiçbir ideoloji, hiçbir siyasi gereklilik, hiçbir inanç, hiçbir bilim kılıklı kanaat böyle bir cürm için bir haklılık dayanağı teşkil etmez. Çember dairesinde bulunan bir davanın bir masumla aslen teması, sadece ve sadece masumun kaynaklandığı yerle olan asli irtibatının mevcut olmasına bağlıdır. Aksi halde söz konusu çember ve de davası, doğan masum çocukla aslen bağı bulunmayan sonradan ihdas edilmiş bir yapıdan ibarettir ve doğan çocuğa, ve dolayısıyla masumiyete saldırmak hakkı bulunamaz. Böyle bir hakkı bulunmadığı gibi, onu kendi davasının asli bir ferdi olarak da addedemez. Bu bakımdan masumiyete yönelik saldırı ve masumiyetin yıkımı ve de “kullanımı”, katışıksız bir ihanettir ve doğuş açısından evrensel mahiyette katışıksız bir suçtur. Üstelik her doğan çocuğun, sonradan dahil oldukları bu kültür ortamlarını, meşru bir şekilde bizzat değiştirebilmenin ve ıslah edebilmenin hakiki dayanakları olmaları bakımından söz konusu bu suç ve ihanet, aynı zamanda halkların kendi kurtarıcılarına yönelik işlediği bir katliamdır. Kendi kurtarıcılarını yok etmek bakımından da söz konusu suç ve ihanet, aynı zamanda katışıksız bir hamâkattir (ahmaklık). Katışıksız ihanet, katışıksız suç ve katışıksız ahmaklık aynı anda sadece bir tek yerde zuhur eder: Lanetlenmişlerin bir araya geldikleri yerde.
Lanet Çemberi başlıklı bu yazıda, söz konusu lanet çemberinin oluşum koşullarını, esasları itibariyle, doğan bir çocuğun hakkı merkezinden incelemeye çalışıyoruz. Böylece masumiyete yönelik gerçekleşen bu lanetli zulmü berrak bir şekilde kısaca gözler önüne getirmek istiyoruz. Bu yazıda bu esasları daha çok sonuç önermeleri suretinde vermekle yetineceğiz. Kapsamlı bir şekilde temellendirilmiş ayrıntıya gitmek ve zımnen içerilen bağıntıları ve gidimli hükümleri bulmak, okuyucuya aittir. Bunun yazara ait olabilmesi için çok daha uzun ve hacimli bir yazının kaleme alınması gerekir.
Öncelikle şu hususu belirtmek gerekir: Yeryüzüne ve yeryüzündeki kültüre doğan her çocuk, yeryüzünün ve yeryüzündeki kültürün harici olan bir yerden gelmiştir. Dolayısıyla çocuklar ve diğer doğuş esasında hayat süren varlıklar, aslen yeryüzüne ve yeryüzündeki kültürlere aid değillerdir. Aksini söylemek, “doğuş” ve “doğuş” esaslı olan “varlık” kavramına aykırıdır. Doğuş esaslı varlık kavramının; “değişimin”, “varoluşun” ve bu anlamdaki “evren’in” varolabilmesinin dayanağı olduğu anlaşılırsa, bu dikkati en başta dile getirmenin ehemmiyeti hemen görülebilir. Çünkü evren ve evrene dair olan hiçbir şey, “doğuş esaslı varlık”ın kaydı altından çıkartılamaz ve dolayısıyla “doğuş esaslı varlık” göz ardı edilerek “evrensel mahiyette” bir mevcudiyetten ve de bir haklılık dayanağından da bahsedilemez.
Var olmadan neyin haklılığı teşkil edilebilsin? Önce varlık teşkil etmek, esastır. Varlık ise önce doğuş esasında, sonra oluşum esasında teşkil edilir. Doğuş, oluşuma evveldir. Doğuş’la gelen varlığa örnek ise, doğan çocuklardır.
Evrenin ve evrendeki kültürün varlığı, aslen doğuş’a ve doğuş esaslı varlığa bağlıdır. Bu bakımdan evrenin ve evrendeki kültürün nihai anlamda varolabilmesi, evvela doğuş’un ve doğuş esaslı varlığın teşkil edilmesine bağlıdır. Evren ve evrendeki kültür, mesela Ortadoğu ve Ortadoğudaki siyasi çekişmeler, bu kendi aslına sonradan olan, yani doğuş esaslı varlığa sonradan olacak şekilde meydana gelen bir varlık dairesidir. Dolayısıyla bizatihi evreni ve evrendeki kültürü, genel manada varlığın, ve hele ki “doğan varlığın” dayanağı olarak almak imkansızdır. Bu nedenle kimsenin varlıklar üzerinde düşünürken veya eyleme geçerken, “doğuş” ve “doğuş esaslı varlık” kavramına aykırı gelecek bir şey öne sürmek veya bunu göz ardı eden bir şekilde eksik düşüncelere dayanmak hakkı yoktur. Bu ontik çerçeve anlaşılmadan, hukuktan, siyasetten, inançtan, düşünceden bahis açmanın bir anlamı da yoktur. Doğuş, yeryüzüne doğan varlıkların asli dayanağıdır. Yeryüzüne “doğan” her çocuk (veya her varlık), “asli doğuş’un” kaydı altındadır. Oysa yeryüzü ve yeryüzündeki her türlü kültür, mesela Ortadoğu ve Ortadoğu’daki çekişmeler, mevcudiyeti açısından asl’i doğuş’a esasen borçlu olmakla birlikte, sonradan bir “oluşum” dairesine girerek varlığa gelirler. Asli doğuş, bu “oluşum” dairesinin haricindedir. Yani sözün kısası, evren ve kültür, “oluşum” dairesindedir, her doğan çocuk ise aslen doğuş dairesindedir. Aslen doğuş dairesi, oluşum dairesinin haricindedir, oluşum dairesi ise, var olmak için doğuş dairesine muhtaçtır. Doğuş ve Oluş ayrımı yapılmadan sözü edilen bu hususları anlamak olanaksızdır. Doğuş ve Oluş ayrımından, ve buna bağlı olarak “kainat ve evren” ayrımından “Cahiliyye’nin Zevâli -II” başlıklı yazıda bahsettik. Oradan da bu meseledeki yaklaşımımızın ne olduğu anlaşılabilir.
Doğuş dairesi, oluşum dairesinin haricindedir. Aslen doğan, “oluşum” dairesindeki evrenin ve kültürün haricinden gelir. Bu nedenle doğan her çocuk, yeryüzündeki kültürün haricindeki bir yerden gelmiştir ve aslî aidiyeti bu hariçteki yere bağlıdır. Bu durum doğuşla gelen her kimlik için geçerlidir. Mesela Peygamberler gibi. Peygamberler, bu bakımdan doğan çocuklara benzerler.
Bunun anlamı şudur: Doğan çocuklar, yeryüzüne ve yeryüzündeki kültürlere, onların davalarına, çıkarlarına, çekişmelerine ve diğer oyunlarına aid değildir. Aksine, doğan çocuklar, yeryüzünü ve yeryüzündeki kültürleri kuşatan asli doğuş yerine aiddir; vatanları bu asli yerdir ve bu asli yer esasında teşkil edilen yeryüzündeki yerdir. Asli doğuşunu yitirmek suretiyle yeryüzündeki kültürlere dahil olarak kendi varlıklarını bunlara dayandıranlarsa, böyle bir vatana sahip değildir. Yani bunlar, aslen “vatansız’dır”. Mesela İsrail gibi.
Bu verdiğimiz hüküm, yani “vatansızlık hükmü”; siyaset, felsefe, teoloji, uluslararası ilişkiler ve hukuk fikriyatları veya Ortadoğu analizleri adı verilen dar yorumlar yoluyla anlaşılabilecek ve de tenkit edilebilecek ve aynı zamanda savunulabilecek bir hüküm değildir. Bu hükmün anlaşılması için, doğan çocuk’u farketmek ve onun gözünü göz edinmek gerekmektedir. Bu kadar söyleyelim.
İkinci olarak şu hususu belirtelim: Bir şeyin mevcudiyeti, “kimlik” kavramı esasa alınmadan anlaşılamaz. Bir şeyi anlamak, görmek, bilmek için, o şeyin “kimliğini” bulmak gerekir. Kimlik ise, ikiye ayrılır: a) aslî kimlik, b) aslî-olmayan kimlik.
Aslî kimlik teşkili, iç temelleri aslî vücuda ve bu manada doğuş’a bağlı olan kimliktir. Dolayısıyla aslî bir kimliğin gerçek bir “iç’i” vardır. Gerçek bir iç’i olmayan kimliğin de içi vardır, ancak bu iç, o kimliğin dışına bağlı olarak oluşur; bu bakımdan da sahte bir iç’tir. Kimlik meselelerinin esas sorunu, iç kavramıyla alakalıdır ve iç kavramında “sahte iç” ve “gerçek iç” ayrımının görülebilmesine bağlıdır. Sahte-iç’i olan bir kimlik, aslî kimlik değildir. Dolayısıyla “iç temelleri” de meşru ve evrensel değildir.
İsrail’in kimliği, meşru iç-temellerden yoksundur. Çünkü bu kimlik, iç temelleri bakımından teoloji esaslı din’e ve diğer Yahudi tarihinin örüntülerine dayalıdır. Bunlar ise, aslen iç değildir. Neticede İsrail’in aslî bir içi yoktur, yani aslî kimliği yoktur. Oysa İsrail, mevcudiyetinin iç temellerini, aslî kimlik sahibi olduğu iddiasına dayandırır. Bu hususlar, Hamas için de “aynen” geçerlidir. Orta yere çıkartılan mevcut İsrail ve Hamas çemberi, içsizlerin birbirlerine kenetlendiği ve çembere aldıkları “asli varlıkları” çözümsüz belalara düşürdüğü bir zulüm dairesidir. Ortadoğudaki diğer yapılar ve bölge üzerinde etkisi olan dıştaki yapılar da, söz konusu çemberin unsurlarındandır.
Şimdi kısaca İsrail’den ve Hamas’tan söz ederek çemberi açmayı deneyelim.
II. İsrail
Ortadoğu adı verilen bölgedeki mevcut lanet çemberinin asli unsurlarından biri İsrail adlı sözde-devlettir. Bu sözde-devletin varlığı birkaç noktadan temellenir. Bu noktalar;
- Yahudilik adı verilen teoloji esaslı din,
- Kronolojik açıdan Yahudi kimliğinin tarihsel-kültürel yazımı,
- Siyonizm adı verilen yaklaşık iki yüzyıllık ekonomik-siyasi teşkilatlanmanın kazandırdığı imkanlar,
- Satın alma ve büyük oranda işgal ve de uluslararası siyasi hileler yoluyla edinilmiş araziler,
- Bu araziler üzerinde silahlı güç üstünlüğüyle neticelenen de facto mevcudiyete sözde-hukuki dayanak arayışları veya de facto mevcudiyetin dayatılması
şeklinde kısaca özetlenebilir. Bunların ayrıntılandırılmasını görmek için ilgili kaynaklara başvurmak yeterlidir. Ancak bu noktaları burada yaptığımız şekilde kuşatmak için söz konusu kaynaklara başvurmak yetersizdir. Mesela Yahudilik adı verilen teoloji esaslı dinin mahiyetini anlamak için, literatürde anlatılanları okumak yetersizdir. Bunun mahiyetini anlamak için, literatürün kaydının dışından bakabilmek gerekmektedir.
Yukarıda kısaca özetlenen bu noktalar, iç temellendirme ve dış temellendirme şeklinde ikiye ayrımlandırılmalıdır. Böylece iç’li olmakla alakalı meselenin açık yüzü biraz daha net bir şekilde görülebilir. İsrail’in mevcudiyetinin İç temellendirinin esası
- Teoloji esaslı din,
- Yahudi kimlik yazımının aldığı kültürel koşulları ve de bunların değişen dünya içindeki refleksleridir.
Dış temellerinde ise,
- Siyasi-ekonomik yetenekler bağlamında Siyonizm adı verilen teşkilatlanmanın etkileri,
- Nihayetinde Ortadoğu’da edinilen de facto mevcudiyetin siyasi-hukuki-askeri surette dayatılması bulunur.
Bölgedeki unsurlar (mesela Mısır, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Lübnan, İran, Filistin yönetimi ve diğerleri) ile sürdürülen her türlü ilişki ve bölge haricindeki unsurların (mesela ABD’nin, İngiltere’nin, Sovyet dönemi ve sonrası olarak Rusya’nın ve Birleşmiş Milletler’in) bölge üzerindeki etkisinden yararlanmak bu dış temel kısımdan sayılmalıdır.
Mevcut İsrail bu iki cihet itibariyle mevcuttur.
İsrail’in mevcudiyetinin sorgulanması yukarıda verilen hem iç hem de dış temeller üzerinden yürütülmelidir. İç temellerin sorgulanmasıyla beraber bu temellerin meşruiyetinin bulunmaması hâlinde, İsrail sadece salt ekonomik-siyasi-askeri bir yapıdan ibaret kalır; kendine teşkil ettiği iç de çıplak bir şekilde bu dışsal yapının sevki altına girer. Dış temellerin sorgulanması ve de iç temelden yoksun bırakılmış şekilde sadece dışına göre bir içi olan dışsallaşmış İsrail’in sorgulanması hâlinde de, bu dış temellerin meşruiyetleri aranacaktır. Böyle bir meşruiyet bulunamazsa, bu durumda İsrail sadece ve sadece “de facto” mevcudiyeti olan ve bu mevcudiyetini sözde-hukuki veya güç üstünlüğü suretiyle zorba bir şekilde dayatan bir yapıdan ibaret olacaktır.
Tüm bu noktalar açık seçik şekilde belirginleştirilmeden İsrail meselesini anlamaya başlamaktan ve halletmek için temel bulmaktan söz edilemez.
Ayrıntılı temellendirme yapmadan kestirmeden söylersek, İsrail, dayatma ve zorbalık esasında mevcut olan iç’siz bir sözde-devlettir.
Doğuş esaslı varlık itibariyle söylemek gerekirse, hiç kimsenin dayatma ve zorbalık yoluyla mevcudiyet hakkı doğmaz. Aynı zamanda bu yollarla aslen varolmak da imkansızdır. Bu nedenle sadece dayatma ve güç üstünlüğü yoluyla varolmaya çalışan, koşulların değişmesiyle yok olmaya da zaten mahkum olur. Söz konusu koşullar ise, elbetteki değişkendir. İsrail’in söz konusu değişken koşullara karşı kendine iç temel teşkil etmek yoluyla sabit kalmaktan başka çaresi yoktur. Ancak yukarıda söyledik, iç temel olarak bulunan teoloji esaslı din ve Yahudi kimliği yazımı sorgulanmadan İsrail’in meşru bir içi olduğunu kabul etmek imkansızdır. Bunların sorgulanması neticesinde bu iç’in aslen temelsiz olduğunun ortaya çıkartılması, İsrail’in kendine asli bir iç teşkil etmediğinin de ortaya çıkartılması demek olacaktır. Yani bu takdirde İsrail’in aslında içsiz olduğu anlaşılacaktır. İçsiz İsrail ise, sadece dış koşullara göre mevcut olacaktır. Dış koşullara göre mevcut olan bir içsizin ise, dış koşulların mahiyeti gereği, birgün yokolması kaçınılmazdır.
Unutulmamalıdır; tarihte kendine bir “iç” olarak “kavmî” ve “tek tanrılı din” esasında “kimlik (identity)” teşkil etmiş ilk toplumlardan biri Yahudi’lerdir. Mevcut İsrail sözde-devleti, iki asırlık Siyonizm’in bugün süper güç denilen devletlerin kirli tarihlerinin de katkılarıyla bu iç’e dayanarak bir dış yüz şeklinde İsrail’i teşkil etmiştir. Bu iç’in asli iç’le, yani doğuş esaslı iç’le bir alakasının olmadığının gösterilmesi, ilk iç’li suretiyle öne çıkan Yahudileri, öne sürdüğünün aksine, iç’siz bırakır. Bunun yapılabilmesi hâlinde, mesela aslen iç olan Peygamberlerin, Yahudi olmadıkları gösterilmiş olur. Yani Yahudilerin, Peygamberlerle bir alakasının olmadığı gösterilmiş olur. Geriye kalan sadece kronolojik ve diğer sosyal ve psikolojik yazımın teşkil edebildiği kadarıyla bir Yahudi kimliğidir. Bunların da “aslen iç”le bir alakası olmaması sebebiyle, Yahudi kimliği, şimdiye değin arzettiği suretin aksine, şimdi “iç’siz” olarak “yeniden” arzeder. Yani daha evvelindeki ‘iç’in, sahte olduğu anlaşılır. Böylece tarih boyunca süren sahtekarlardan birinin de kim olduğu açıkça görülür.
İç’i olmayan bir kimlik, varlığını sürdüremez. Yani varolmak için, kendine iç teşkil etmesi gerekir, yani asli kimlik teşkil etmesi gerekir. Böylece kendini meşru şekilde savunmak hakkını da bulabilir.
Aslında bu durum geneldir. Her türlü yapı, ancak ve ancak aslen bir iç’i olduğu takdirde aslen mevcudiyet bulur. Böylece asli mevcudiyetinde kendini savunabileceği ve değişen koşullarda varlığını ona dayanarak sürdürebileceği bir temel sahibi olur. Böyle bir iç temelden yoksun olan hiçbir toplum, varlığını aslen sürdüremez. Mevcut uluslararası ilişkilerde, siyaset teorileri ve pratiklerinde ve uluslararası hukuk parametlerinde böyle bir anlayış ne yazık ki mevcut değildir. Bu nedenle mevcut uluslararası ilişkilere, siyaset teorileri ve pratiklerine ve uluslararası hukuk parametrelerine dayanılarak “aslen toplum” teşkil etmek imkansızdır. Üstelik bu parametreler için, serdettiğimiz veya serdettiğimize benzer bir anlayış temele alınmadan, yeryüzü toplumlarının arasında bu parametrelerle geçerli ve sürdürülebilir bir nizamın tesis edilmesi de beklenemez. Yani uluslararası örgütler, mesela Birleşmiş Milletler, asgari olarak serdettiğimiz bu anlayışları temeline almadan, hem genel olarak hem de Ortadoğu özelinde, kalıcı bir çözüm üretmek kabiliyetine sahip değildir. Birleşmiş Milletlerin kendisinin dahi bir içi yoktur. I. ve II. Dünya harblerinin koşulları altında, sırf dışsal anlamda güçlü olan İngiliz, Amerika, Sovyet gibi içsiz yapıların güdümünde, ve esasen Almanlara karşı olmayı koşul almak gibi dar bir çerçeve içinde teşkil edilmiş Birleşmiş Milletler’in temelleri, evrensel manada ve iç’li milletleri kuşatamamak bakımından, sakattır. Yani Birleşmiş Milletler, sakat olarak doğmuştur. Sonraki revizyonların hiçbiri ise bu sakatlığı esasen tadil edebilecek bir özelliğe sahip değildir. Birleşmiş Milletler’in yaptırım güçlerinden biri olan Güvenlik Konseyi, bu sakatlık açısından mesela İsrail’den daha az tehlikeli değildir. Konuyu uzatmamak için daha fazlasını söylemeyelim. Bu söylediklerimiz de sadece siyaset tarihi ve milletler arası hukuk fikriyatı vasıtasıyla esasen anlaşılabilecek şeyler değildir.
İsrail’in kendine iç olarak aldığı temellerinin aslında sanıldığı anlamda bir temel olamayacağını göstermek, İsrail’in mevcut varlığını temelden yok eder. Geriye sadece değişen koşullara göre hareket eden bir dış kalır. Yani iç sanılan şeyi yok edersek, İsrail içerden yok edilir. İçerden yok edilen İsrail’in dışsal varlığı, dışsal koşulların hükmü altındadır.
İsrail’in içerden yok edilmesinin yolu, İsrail’deki “çocukları” uyandırmaya bağlıdır. Yani aslen doğanları uyandırarak, onların kendilerini bir iç olarak kullanan içsiz İsrail’e aslında bir iç olmadıklarını hatırlatmak, İsrail’in içerden yıkılmasını da kaçınılmaz hâle getirir. Böyle bir yıkım ise, İsrail’in yıkıcılığıyla aynı mahiyette değildir. Çünkü İsrail’in yıkıcılığı sahte-içine ve değişken dışına dayanır. Oysa sözünü ettiğimiz manada yıkım, meşruiyetini, bizzat evrensel mahiyette olan “doğan çocuk’tan” alır. Bu çocuk, mesela İsrail’de doğan çocuktur. Yahud, mesela aslen doğan başka biridir. Mesela aslen doğmuş bir İnsan olan Hz. Musa’dır ve O’nun dayandığı Kelâm’dır. Daha ötesini söylemeyeceğiz.
İsrail, Yahudiliğini ve tarih içinde Yahudilerin yaşadıkları şeyleri, kendi varlığının içsel temeli olarak addetmektedir. Bu temeli, evrensel mahiyette bir iç olarak öne sürmektedir. Oysa İsrail’in iç’i, aslında bu değildir. İsrail’in iç’i, göstermeye çalıştığının aksine, evrensel mahiyette olan “aslen doğanları” katletmektir.
Bugün aslen doğan bir varlık olan “çocuğu” katleden İsrail, daha önce de aslen doğan bir başka varlık olan “Peygamberleri” katletmekteydi.
Neticede İsrail, katlettiklerinin yerine kendi asılsız kimliğini bir “iç” olarak koyan, yani asıl evrensel olanlara saldırarak onların yerine koyduğu nevrozlu içini, yani kendini, “evrensel dayanaklara” sahipmiş gibi öne süren, ama aslında gayr-ı meşru, iç’siz, kimliksiz, sahte, zorba bir devlettir ve birgün katlettikleri tarafından yok edilmesi kaçınılmazdır.
Lanet Çemberi’nin İsrail bölümü şimdilik bu kadardır. Sonraki yazıda III. Hamas bölümüne ve IV. Sonuç bölümüne değineceğiz.
Leave a Reply